DEADLY SOUND
Deadly Sound tamamen müzik dolu bir yer.Sadece rock değil blues, jazz, metal, klasik, pop biraz da rap içeren bir adress.Yani aradığınız yer burası
24 Aralık 2011 Cumartesi
22 Aralık 2011 Perşembe
HEAVY METAL
Heavy metal (bilinen kısa adıyla metal) 1960'lı yıllarda İngiltere'nin Midlands Bölgesi ve ABD'de gelişmeye başlayan rock müzik türüdür. Blues rockve psychedelic rock türlerini temel alan heavy metal kalın ve ağır sesi distortion, solo gitar ve yüksek ses kullanarak kendine özgü kılmıştır. Heavy metal sözleri ve canlı performansları genelde maçoluk ve kabadayılık ile özdeşleştirilmiştir.
Led Zeppelin, Black Sabbath ve Deep Purple gibi ilk heavy metal grupları ağır eleştrilere maruz kalsa da geniş kitlelere hitap edebilmiştir ve bu eleştriler heavy metal tarihi boyunca neredeyse her grubu etkilemiştir. 1970'lerin ortalarında Judas Priest, tarzı blues türünün etkisinden kurtararak tarzın evrimini tetiklemiş, bir başka grup olan Motörhead ise türe sertlik ve hız katarak heavy metalin gelişmesine katkıda bulunmuştur. Iron Maiden gibi New Wave of British Heavy Metal akımından etkilenen gruplar da bu gelişmeyi devam ettirdiler. 1970'li yılların sonunda heavy metal dünya çapında hayran kitlesine ulaştı ve headbang, metalhead gibi alt kültürler oluştu.
1980'li yıllarda glam metal türünü benimseyen Mötley Crüe ve Poison gibi gruplar daha aşırı ve agresif bir tarzda müzik yaparken bir yandan da Metallica,Megadeth, Slayer, ve Anthrax gibi gruplarla birlikte thrash metal yükselişe geçmeye başlamıştır. Death metal ve black metal türleri ise bu dönemde alt kültür ögesidir. 1990'ların ortalarına kadar grunge ve hip hop ögeleri barındıran nu metal ile, extreme metal ve hardcore punk türünün karışımı sayılabilecekmetalcore, heavy metal türünün tanımını daha da genişletmiştir.
Karakteri
Heavy metal geleneksel olarak yüksek distortion, vurgulu nota, yoğun bass ve davul sesi ile birlikte güçlü bir vokal kullanmaktır. Bu tarzın alt türleri genellikle bu unsurların bir yada birkaçını vurgulamaktadır, değiştirmektedir ya da ihmal etmektedir. New York Times eleştirmeni Jon Pareles bu konuda "Popüler müziğin sınıflandırılmasında heavy metal, hard rock'ın birçok alttürünü daha az ritim değişimi, daha az blues, daha fazla şovmenlik ve kaba kuvvet ile birlikte bulunduruyor." demiştir." Tipik bir heavy metal grubu davulcu, basçı, ritim gitarist, ana gitarist ve enstrüman çalan veya çalmayan bir şarkıcıdan oluşmaktadır. Bazı gruplarda sesin dolgunluğunu arttırmak için klavye enstrümanı da kullanılmaktadır.
Elektro gitarın amplifikatör ile kullanılması heavy metal tarihinin temelini oluşturmaktadır. Sık sık ana gitarist ile klasik vokalist rolleri birbiri ile çakışmaktadır. Bu durum müzikal bir heyecan yaratmakla birlikte sahne mücadelesi ruhu oluşturmaktadır. Metal müziğin temelini yansıtan 60'ların karşıt kültürü için duyguların açık sözlülükle ifade edilmesi, gerçeğe işaret edildiğinin gösterilebilmesi için gerekli olmuştur. Eleştirmen Simon Frith metal şarkıcılarının ses tonunun sözlerden daha önemli olduğunu söylemiştir. Metal müzik vokalistliği çok çeşitlidir. Judas Priest'dan Rob Halford ve Iron Maiden'den Bruce Dickinson'ın sesi yüksek oktavlı ve tiyatral iken, Motörhead'den Lemmy Kilmister ve Metallica'dan James Hetfield'ın sesi daha serttir. Death metal brutal vokal tarzını kullanırken black metal türü sert çığlıkları kullanmaktadır.
Metal müzikte bas anahtar unsurlardandır ve gitar ile bas arasındaki ilişki müziğin temel elementidir. Bas gitar düşük-uç sesin "ağır" olmasında kritik rol oynar. Metalin bas aralığı komplekslik açısından geniş aralığa sahiptir. Cliff Burton'ın 1980'lerdeki popülerliğinden etkilenen bazı gruplar bası ana enstrüman olarak da kullanmıştır..
Metalde davulun ana görevi yüksek ses, yüksek hız, güç ve kesinlik ile birlikte değişmeyen ritim sağlamaktır. Metal davulcuğulu yüksek miktarda dayanıklılık gerektirmektedir. Ayrıca davulcular müziğin karmaşık yapısına ayak uydurabilmek için hız, koordinasyon ve ustalık becerilerini geliştirmek zorundadırlar. Metak davulcularının karakteristik tekniği zil boğmadır. Bu teknikte zile vuran davulcu vurduktan hemen sonra zili eliyle tutarak susturmaktadır.
Canlı performanslarda yüksek ve saldırgan ses tonu sosyolojist Deena Weinstein tarafından öldürücü olarak değerlendirilmiştir. Metalheads adlı kitabında psikolog Jeffrey Arnett metal müzik konserlerinin savaş duygusunu ön plana çıkardığını yazmıştır. Blue Cheer gibi erken dönem heavy metal temsilcileri olan Jimi Hendrix, Cream ve The Who ses konusuna yeni kriterler getirmiştir. Blue Cheer'dan Dick Peterson bu konuda "Tek bildiğimiz daha fazla güç istediğimiz." demiştir. Pop müziğin temelinin melodi, house müziğin temelinin ritim olduğu gibi tını ve yüksek ses de metalin temelidir. Yüksek ses seyirciyi etki altına almaktadır.
Teması
Black Sabbath'ın 1970 yılında yayımlanan ikinci albümü Paranoid'i örnek olarak gösteren bilim adamı David Hatch ve Stephen Millward "Black Sabbath ve birçok metal müzik grubu şarkılarında hiçbir popüler müzik türünde görülmemiş kadar çok karanlık ve depresif konulardan ilham almışlardır." demiştir. Albümde Paranoid şarkısı kişisel travmaları, 'Fairies Wear Boots' şarkısı ise uyuşturucu kullanımının kötü yan etkilerini anlatmaktadır. 'War Pigs' ve 'Hand of Doom şarkıları ise savaş konusuna değinmektedir. Nükleer savaş konusu da sonraki dönemlerde şarkı sözlerinde yerini almıştır. Iron Maiden'ın "2 Minutes to Midnight", Ozzy Osbourne'un "Killer of Giants", Megadeth'in "Rust In Peace... Polaris" ve Metallica'nın "Fight Fire With Fire" şarkıları bu tema üzerine yazılmıştır. Metal müzikte en ağır basan tema ölümdür. Şarkılarında en çok bu temayı Slayer ve W.A.S.P. kullanmıştır. Death metal ve grindcore ise bu konuyu daha agresif ve ürpertici şekilde kullanmaktadır.
Metal müzik, Blues kökenli olduğu için seks konusuna da yer verilmiştir. Glam ve nu metal grupları ile Led Zeppelin'in bazı şarkıları bu konuyu işlemiştir. Gothic ve doom metalde ise ana tema genellikle romantik trajedidir. Bu konu kısmen nu metalde de işlenmiştir. Heavy metalde gerçek dışı ve hayali konulara da yer verilmiştir. Iron Maiden'ın şarkılarının çoğunluğu mitoloji, kurgu ve şiir konularınsdan ilham almıştır. Iron Maiden'ın "Rime of the Ancient Mariner" şarkısı Samuel Taylor Coleridge'in şiiri temel alınarak yazılmıştır. Led Zeppelin'in "The Battle of Evermore", "Immigrant Song", "Ramble On", "No Quarter" ve "Achilles Last Stand" şarkılarında da Yüzüklerin Efendisi gibi mitolojik ve folklorik eserlerin etkileri görülmektedir. Black Sabbath'ın "The Wizard," Megadeth'in "The Conjuring" ve "Five Magics", Judas Priest'ın "Dreamer Deceiver" şarkılarında da benzer durum mevcuttur. 1980'li yıllarda thrash metalin yükselişiyle sosyo-politik yorumlar Metallica'nın "...And Justice for All" ve Megadeth'in "Peace Sells" şarkılarında yer almıştır. Melodik death metal, progressive metal ve black metal daha çok felsefi konular üzerinde durmaktadır.
Heavy metalin en çok eleştirilen yönlerinden biri şarkı sözleridir. Müzik eleştirmenleri genellikle şarkı sözlerinde kadın düşmanlığı olduğunu söylemiş ve eleştirmişlerdir. 1980'li yıllarda Parents Music Resource Center ABD Kongre Meclisi'ne sakıncalı olarak değerlendirilen şarkı sözlerin özellikle heavy metalde bulunduğunu bildiren ve popüler müzik endüstrisinin düzenlenmesi gerektiğini anlatan bir dilekçe yazmıştır. 1990'lı yıllarda 5 yıl önce iki gencin Judas Priest şarkısında geçen "yap şunu" subliminal mesajını dinledikten sonra kendini vurduğu gerekçesiyle Judas Priest'a dava açılmıştır.Fas, Mısır, Lübnan ve Malezya'da heavy metal grupları ve hayranları tutuklanmış ve bazıları hapise gönderilmiştir.
Moda
- Ana madde: Heavy metal modası
Görsellik heavy metalde büyük önem taşımaktadır. Grubun dış görünüşü şarkı sözlerini ve müzik tarzını yansıtması dışında albüm kapağını, logosunu, sahne düzenini, giyimini ve müzik videolarını da etkilemektedir. Alice Cooper, Kiss, Lordi, Slipknot ve Gwar gibi gruplar müzikleri dışında görünüşleri ve sahne performansları ile de ünlüdürler.
Geriye ve aşağıya doğru uzun saçlar, Weinstein'a göre metal müziğin en ayırt edici özelliğidir. Orijinalinde hippi altkültüründe bulunan uzun saç modası, gazteci Nader Rahman'a göre 1980'li ve 1990'lı yıllarda metal müzikte nefret, kızgınlık ve hayal kırıklığının sembolü olmuştur. Uzun saç metal müzik hayranlarına isyankar olma konusunda güç vermiştir.
Metal müzik hayranlarının klasik giyim tarzı blue jean, siyah t-shirt, bot ve siyah deri yada mavi kot cekettir. T-shirtlerin üzerinde genellikle sevilen grubun logosu yada resmi bulunur. Zincir, kuru kafa gibi aksesuarlar da yaygın olarak kullanılmaktadır. 1980'li yıllardan punk ve goth müzik dışında korku filmleri de bu modadan etkilenmişlerdir. 1970'li ve 1980'li yıllarda birçok metal müzik grubu sahne görünüşlerini daha etkili kılmak için özel şekilli ve parlak renklere boyanmış enstrümanlar kullanmışlardır. Moda ve tarz özellikle glam metal türünde ön plana çıkmıştır. Sanatçılar sahneye uzun ve boyalı saçlar ile genellikle dudak boyası ve göz kaleminden oluşan makyaj ile çıkmışlardır. Ayrıca parlak elbiseler, tayt, kafa bandı ve mücevherler de sahne gösterisinin birer parçası olmuşlardır. 1980'lerde visual kei adı verilen akımın içinde bulunan X Japan grubu sahnede kostüm, saç ve makyaj kullanımına öncülük etmiştir.
Fiziksel özellikleri
Metal müzikde şarkının ritmine göre kafanın sallanmasıyla yapılan headbang çok popülerdir. Ronnie James Dio tarafından popüler edilen devil horns ise müziğin popüler işaretidir.
Deena Weinstein metal müzik konserlerindeki dans şeklinin fiziksel güç gerektirmesinin dinleyici kitlesinin çoğunluğunun erkek olmasından ve aşırı heteroseksüelist ideolojiden kaynaklandığını söyleyip eleştirmiştir. Weinstein metal müzik konserlerinde yapılan headbang ve itme danslarının teşekkür ve ritmik jest işareti olduğunu ifade etmiştir.Hava gitarı hem konserde bulunan hem de evde müzik dinleyen hayranlar arasında popülerdir. Headbang ve devil horns dışındaki konser aktiviteleri genel olarak sahneden dalış, kalabalık sörfü ve moshingdir.
Hayran altkültürü
- Ana madde: Heavy metal altkültürü
Deena Weinstein, heavy metalin yoğun, dışlayıcı, güçlü ve erkeksi alkültürü nedeniyle diğer rock müzik türlerine göre daha uzun süre popüler kaldığını savunmaktadır. Altkültürü sadece konserler ve giyim tarzları güçlendirmedi. Metal dergileri ve daha yakın zamanda ortaya çıkan internet siteleri de alkültürün gelişmesinde yararlı oldu.
Etimoloji
Heavy metal teriminin müzikal anlamda kökeni belirsizdir. Kimya ve metalürji alanında ise yülerce yıldır kullanılan bir terimdir. Modern popüler kültürdeki en erken kullanımı ise karşıt kültür yazarıWilliam S. Burroughs'ın The Soft Machine adlı romanında görülmektedir. 1962 yılında yayımlanan romanda Uranian Willy karakterinden Heavy metal çocuk diye bahsedilmektedir. Bir sonraki romanı olan Nova Express (1964) romanında ise heavy metal teriminden uyuşturu konusunda mecaz yapmak için yararlanmıştır.
20 Aralık 2011 Salı
BLUES
Blues Tarihi
Blues, aslen Afrika kokenli bir muzik turudur. Onceleri, kole ticaretinin baslamasiyla birlikte Amerika’ya getirilen zenci kolelerin kendi kulturlerini koruyabilmek icin kullandiklari sosyal bir arac oldu. 1865 senesinde koleligin kaldirilmasiyla birlikte Amerikan toplumu icinde yanki buldu ve buradan da tum dunyaya yayildi. Ortaya cikis tarihi kesin olmamakla birlikte ilk zenci kolelerin Amerika’ya ayak bastigi 1619 senesi, Blues’un dogum tarihi olarak kabul edilebilir. 1865 senesine kadar suren kole ticareti sonucunda Amerika’daki zenci nufusu yaklasik olarak uc milyonu bulmustur.
Simdi de sizlere bu muzik turunun tarihcesini mumkun oldugunca kisa bir sekilde anlatmaya calisacagim.
BLUES’ UN Gelisimi:
Amerika’ya getirilen ilk koleler, Mississipi Nehri’nin besledigi ve buyuk pirinc tarlalarinin bulundugu New Orleans ve Memphis bolgelerine yerlestirildiler. Koleler tarlalarda calisirken bir yandan da hep bir agizdan sarki soyluyorlardi. Bu sarkilarin sozleri ise ozellikle secilmis, ozgurlugu, birligi, beraberligi ve umidi asilayan, haksizliklari sorgulayan sozlerdi. Ciftlik sahipleri, bu ozgurluk cirpinislarini bir nebze de olsa engellemek ve koleleri rahatlatmak icin Cumartesi geceleri eglence duzenlemelerine izin verdiler ama bu eglencelerde soylenen sarkilar ozgurluk cigliklarini daha da alevlendirdi. Boylece ilk blues besteleri ortaya cikiyordu.
Ic savasin sona ermesi ve koleligin kaldirilmasiyla birlikte, Amerika’da yeniden yapilanma plani ortaya kondu fakat bu plan beyazlarin irkci davranislari nedeniyle bir sonuca ulasamadi. Bunun uzerine zenci halk yeni umutlar icin kuzeye yoneldi. Bu goc sirasinda Amerika’ya gelen gocmenler ile kultur alisverisinde bulundular. Kimi zaman geleneklerinden, kimi zaman yasam bicimlerinden ama ozellikle muziklerinden etkilendiler. Kendi muziklerinde kullandiklari banjonun (ki kokeni Afrika’dir) yaninda, Irlanda ve Iskoc gocmenlerden kemani, guneyli gocmenlerden ise mandolin ve gitari ogrendiler. Boylece zenci muziginde etkin hale gelecek gitarin tohumlari da atilmis oluyordu. 1890’lara gelindiginde ise gitar uretimi bir sektor haline gelmeye baslamisti. Bu sektorun onculugunu de gitar uretimini halen surduren iki sirket yapmaktaydi: Orville GIBSON ve C.F. MARTIN sirketleri.
1900’lerin basina gelindiginde zenci sarkicilar ve soz yazarlari, ozellikle Memphis sehrinde ortaya cikmaya baslamislardi. 1909 senesinde ise blues tarihi icin belki de ilk altin sayfa aciliyordu. Memphis sehrinin belediye baskan adaylarindan E.H. Crump, yeni yeni kurulmaya baslayan blues gruplarindan biri olan Handy’s Band’den secim propagandasinda kullanilmak uzere bir parca yazmalarini istemisti. Bu grubun yazdigi Mr. Crump isimli parca ile hem E.H. Crump baskanligi kazaniyor hem de Handy’s Band, Memphis Blues olgusunu genis bir cevreye tanitiyordu.
Bu donemi izleyen yillarda, belirli bolgelerdeki muzisyenler, o yerlerin kultur ve etnik yasantisindan etkilenerek farkli blues turleri ortaya koymuslardi. Yazilan parcalar esas olarak blues altyapisini kabul ediyor fakat ozellikle gitaristlerin tekniklerinde bolgeye has bir farklilik goze carpiyordu. Bir sure sonra ortaya cikan bu yeni turler de bolgelerinin ismiyle anilmaya baslayacakti. Ornegin Memphis Blues, Delta Blues, Texas Blues gibi.
Blues ile caz muzigin yakinlasmaya basladigi 1930’lu yillarin baslarinda, unu daha sonra tum dunyaya yayilacak olan trompetci Lois Armstrong, King Oliver Band’e katiliyor ve gelecek yirmi yila damgasini vuracak bir muzisyen boylece taninmaya basliyordu. Armstrong daha sonra bu gruptan ayriliyor, unlu blues ve caz piyanisti Earl Hines’in grubuna dahil oluyordu. Yine ayni yillarda unlu cazci Count Basie grubunu su sozlerle tanimliyordu:” The Band That Play The Blues.” Ekibine gitarist Eddie Durham ve saksofoncu Lester Young’i da katan Count Basie, donemin en unlu iki bayan vokali Ella Fitzgerald ve Billie Holiday ile birlikte blues ve caz muziginin halen dinlenen kilometre tasi parcalarini seslendiriyordu. Bu yillara damgasini vurmus diger muzisyenler ise Robert Johnson, Big Bill Broonzy, Sonny Boy Williamson, Lonnie Johnson ve Tampa Red idi.
40’li yillara gelindiginde Muddy Waters, Howling Wolf, Little Walter ve Willie Dixon gibi isimleri henuz duyulmamis muzisyenler gecimlerini barlarda calarak sagliyorlardi. 1943 yilinda Chicago’da Muddy Waters, Detroit’de de John Lee Hooker, muzik kariyerlerinin en buyuk adimlarini atiyorlardi. Gelisen teknoloji ile birlikte blues etkisi de gunden gune artiyor, yeni muzisyenlerin ortaya cikmasiyla tum Amerika’ya dalga halinde yayiliyordu. Bu dalgaya jump, boogie veya rhythm & blues diyenler de vardi. Fakat kim ne derse desin, tek bir sey kesindi, kimse geriye bakmiyordu. Artik muzik alaninda gelisim ve yeni kesiflerin yapilma zamaniydi.
1948 yilinda Riley King isimli bir diskjokey, ilk zenci radyosu olan WDIA Memphis ile anlasiyor ve dort yil surecek bir radyo programi sunmaya basliyordu. Bu program sayesinde dinleyicileri ona yeni bir isim takacaklardi: Blues Boy ya da kisaca B.B. KING.
B.B. King 1925 yilinda Indianola, Mississipi’de dunyaya geldi. T-Bone Walker, Charlie Christian ve Lonnie Johnson gibi gitaristlerin stillerinden etkilenerek kendi single-note lead guitar teknigini olusturdu. Ilk hit parcasi olan Three O’clock Blue 1951 senesinde yayinlandiginda, B.B. King blues’un krali oldugunu gostermeye basliyordu. Fazla karmasik bir yapiya sahip olmayan fakat bastigi her notaya bir anlam yuklemeyi basaran gitar teknigi ve Gibson ES335 (daha sonra Gibson firmasi bu gitari B.B. King adina “Lucille” ismiyle uretecekti.) model gitari ile, bu blues ustadi, bugun bile kulaklarimizin pasini almakta ilk gunku kadar basarili. Gecen onca yila ragmen...
1955 yili yeni bir ismin ortaya cikmasina sahit oluyordu: Chuck Berry. Maybelline isimli parcasiyla gorulmemis bir basari elde ediyor ve tam uc dalda Billboard odulunu almaya hak kazaniyordu. Ayni zamanda bu parcayla birlikte, tum Amerika yeni bir muzik turunun dogumuna sahit oluyordu. Izin verirseniz sizlere ailemizi tanitmak istiyorum. Anne Blues, baba Rhythm & Blues ve cocuklari: Rock’n Roll.
Rock’n Roll’un dogusu ile birlikte bu turun temsilcileri de ortaya cikmaya basladi. Fakat iclerinden bir tanesi vardi ki fizigi ve sesiyle sanki “Kral Benim.” Der gibiydi. Dogru bildiniz, Kral Elvis’ten bahsediyorum. 1956 yilina adini yazdiran parcasi Heartbreak Hotel ile muzik kariyerine baslayan Elvis, bir doneme damgasini vuracak ve halen mevcut genis bir hayran kitlesine ulasacakti.
II. Dunya Savasi sonrasi Ingiltere’den ayrilan Amerikan askerleri, beraberlerinde getirdikleri bircok blues albumunu burada birakmislardi. Geride kalan albumler Ingilizler tarafindan ilgi gormeye basladi. Genc Ingiliz gitaristler, 30’lu yillarin blues ustatlarindan etkileniyor, New Orleans jazz band kavramini kendi ulkelerinde de gelistirmeye calisiyorlardi. Bu genc muzisyenlerden Alexis Corner, Cyril Davis ve Brian Jones, bu amacla Blues Incorporated isimli bir grup kurdular. Kurulan bu grup, Ingiliz blues muziginin ilk orneklerini vermeye basliyordu. Brian Jones bir sure sonra gruptan ayrildi ve iki genc blues muzisyeni, Keith Richard ve Mick Jagger ile birlikte bir grup kurdu. Grup ismini Muddy Waters’in hit parcalarinin birinden aliyordu: The Rolling Stones. Rolling Stones, Muddy Waters’in “I just want to make love to you” ve Robert Johnson’in “Love in Vain” isimli parcalarini yeniden yorumlayarak buyuk bir basariya adim atiyordu. 1966 yilinda cikardiklari “Aftermath” albumleriyle artik kendi tarzlarini ortaya koyuyorlardi. Bu albumden cikan “Paint It Black” isimli parcalari da o yila damgasini vuruyordu.
Ayni donemdeki diger bir baba grup ise The Yardbirds’du. Bu grubun uyesi olan uc gitarist, Jeff Beck, Jimmy Page ve Eric Clapton, gelecekte rock tarihini yazacak kisilerdi. Bunlardan Clapton gruptan ayrilarak John Mayall and The Bluesbreakers’a katildi. Burada Ingiliz blues muziginin en basarili orneklerini verdi ve gitar teknigi ile on plana cikti. Bir sure sonra bu gruptan da ayrilan Clapton uc kisiden olusan Cream grubuna dahil olarak “Roll & Tumble, Outside Woman Blues” ve “Sitting On Top Of The World” gibi tarihi blues parcalarina imza atti.
Ve iste geldik tum zamanlarin en iyi gitaristi kabul edilen Jimi Hendrix’in ortaya ciktigi yila. Yil 1967 ve yer Monterey Pop Festivali, California. The Jimi Hendrix Experience sahne aliyor ve unutulmaz bir muzik ziyafeti cekiyordu tum seyredenlere. Bu konser, Hendrix icin hayatinda yeni bir baslangic ve kendini ispat etme sansiydi. O da bu sansi iyi kullaniyor, beyaz Fender Stratocaster gitariyla blues’un gucunu tum dunyaya haykiriyordu. O gune kadar rastlanmamis gitar teknigi, performansi ve kendini ispatlamanin gururu ile gosterisine son noktayi koyuyordu Jimi. Gitari tum izleyicilerin onunde alevler icinde kaliyor ve gitarini blues atesinin emrine sunuyordu. O tek aski gitarina kiyiyor fakat blues sevgisinin kolay kolay sonmeyecegini de ispat ediyordu.
Evet dostlarim, bu ates belki bir gun sonecek ama henuz degil. Cunku blues sevgisini, teknigini, ekolunu gelecek nesillere tasiyacak bircok genc blues’cu yetismekte. Kenny Wayne Shepherd ve Jonny Lang, su anda aklima gelen iki genc blues yetenegi.
Muzik tutkusu suphesiz ki Hendrix’in biraktigi noktada bitmedi. Onunla birlikte yeni bir tur olan rock muziginin kapilari da aralanmis oluyordu. Rock muziginin gelisimi ise baska bir yaziya yetecek kadar uzun. Bu yuzden daha sonraya sakliyorum.
Sizlerle yeni bir yazida daha bulusmayi umut ediyorum. Her turlu elestiri ve onerilerinizi lutfen bana gonderin. Hepinize major tonlu gunler diliyorum.
Simdi de sizlere bu muzik turunun tarihcesini mumkun oldugunca kisa bir sekilde anlatmaya calisacagim.
BLUES’ UN Gelisimi:
Amerika’ya getirilen ilk koleler, Mississipi Nehri’nin besledigi ve buyuk pirinc tarlalarinin bulundugu New Orleans ve Memphis bolgelerine yerlestirildiler. Koleler tarlalarda calisirken bir yandan da hep bir agizdan sarki soyluyorlardi. Bu sarkilarin sozleri ise ozellikle secilmis, ozgurlugu, birligi, beraberligi ve umidi asilayan, haksizliklari sorgulayan sozlerdi. Ciftlik sahipleri, bu ozgurluk cirpinislarini bir nebze de olsa engellemek ve koleleri rahatlatmak icin Cumartesi geceleri eglence duzenlemelerine izin verdiler ama bu eglencelerde soylenen sarkilar ozgurluk cigliklarini daha da alevlendirdi. Boylece ilk blues besteleri ortaya cikiyordu.
Ic savasin sona ermesi ve koleligin kaldirilmasiyla birlikte, Amerika’da yeniden yapilanma plani ortaya kondu fakat bu plan beyazlarin irkci davranislari nedeniyle bir sonuca ulasamadi. Bunun uzerine zenci halk yeni umutlar icin kuzeye yoneldi. Bu goc sirasinda Amerika’ya gelen gocmenler ile kultur alisverisinde bulundular. Kimi zaman geleneklerinden, kimi zaman yasam bicimlerinden ama ozellikle muziklerinden etkilendiler. Kendi muziklerinde kullandiklari banjonun (ki kokeni Afrika’dir) yaninda, Irlanda ve Iskoc gocmenlerden kemani, guneyli gocmenlerden ise mandolin ve gitari ogrendiler. Boylece zenci muziginde etkin hale gelecek gitarin tohumlari da atilmis oluyordu. 1890’lara gelindiginde ise gitar uretimi bir sektor haline gelmeye baslamisti. Bu sektorun onculugunu de gitar uretimini halen surduren iki sirket yapmaktaydi: Orville GIBSON ve C.F. MARTIN sirketleri.
1900’lerin basina gelindiginde zenci sarkicilar ve soz yazarlari, ozellikle Memphis sehrinde ortaya cikmaya baslamislardi. 1909 senesinde ise blues tarihi icin belki de ilk altin sayfa aciliyordu. Memphis sehrinin belediye baskan adaylarindan E.H. Crump, yeni yeni kurulmaya baslayan blues gruplarindan biri olan Handy’s Band’den secim propagandasinda kullanilmak uzere bir parca yazmalarini istemisti. Bu grubun yazdigi Mr. Crump isimli parca ile hem E.H. Crump baskanligi kazaniyor hem de Handy’s Band, Memphis Blues olgusunu genis bir cevreye tanitiyordu.
Bu donemi izleyen yillarda, belirli bolgelerdeki muzisyenler, o yerlerin kultur ve etnik yasantisindan etkilenerek farkli blues turleri ortaya koymuslardi. Yazilan parcalar esas olarak blues altyapisini kabul ediyor fakat ozellikle gitaristlerin tekniklerinde bolgeye has bir farklilik goze carpiyordu. Bir sure sonra ortaya cikan bu yeni turler de bolgelerinin ismiyle anilmaya baslayacakti. Ornegin Memphis Blues, Delta Blues, Texas Blues gibi.
Blues ile caz muzigin yakinlasmaya basladigi 1930’lu yillarin baslarinda, unu daha sonra tum dunyaya yayilacak olan trompetci Lois Armstrong, King Oliver Band’e katiliyor ve gelecek yirmi yila damgasini vuracak bir muzisyen boylece taninmaya basliyordu. Armstrong daha sonra bu gruptan ayriliyor, unlu blues ve caz piyanisti Earl Hines’in grubuna dahil oluyordu. Yine ayni yillarda unlu cazci Count Basie grubunu su sozlerle tanimliyordu:” The Band That Play The Blues.” Ekibine gitarist Eddie Durham ve saksofoncu Lester Young’i da katan Count Basie, donemin en unlu iki bayan vokali Ella Fitzgerald ve Billie Holiday ile birlikte blues ve caz muziginin halen dinlenen kilometre tasi parcalarini seslendiriyordu. Bu yillara damgasini vurmus diger muzisyenler ise Robert Johnson, Big Bill Broonzy, Sonny Boy Williamson, Lonnie Johnson ve Tampa Red idi.
40’li yillara gelindiginde Muddy Waters, Howling Wolf, Little Walter ve Willie Dixon gibi isimleri henuz duyulmamis muzisyenler gecimlerini barlarda calarak sagliyorlardi. 1943 yilinda Chicago’da Muddy Waters, Detroit’de de John Lee Hooker, muzik kariyerlerinin en buyuk adimlarini atiyorlardi. Gelisen teknoloji ile birlikte blues etkisi de gunden gune artiyor, yeni muzisyenlerin ortaya cikmasiyla tum Amerika’ya dalga halinde yayiliyordu. Bu dalgaya jump, boogie veya rhythm & blues diyenler de vardi. Fakat kim ne derse desin, tek bir sey kesindi, kimse geriye bakmiyordu. Artik muzik alaninda gelisim ve yeni kesiflerin yapilma zamaniydi.
1948 yilinda Riley King isimli bir diskjokey, ilk zenci radyosu olan WDIA Memphis ile anlasiyor ve dort yil surecek bir radyo programi sunmaya basliyordu. Bu program sayesinde dinleyicileri ona yeni bir isim takacaklardi: Blues Boy ya da kisaca B.B. KING.
B.B. King 1925 yilinda Indianola, Mississipi’de dunyaya geldi. T-Bone Walker, Charlie Christian ve Lonnie Johnson gibi gitaristlerin stillerinden etkilenerek kendi single-note lead guitar teknigini olusturdu. Ilk hit parcasi olan Three O’clock Blue 1951 senesinde yayinlandiginda, B.B. King blues’un krali oldugunu gostermeye basliyordu. Fazla karmasik bir yapiya sahip olmayan fakat bastigi her notaya bir anlam yuklemeyi basaran gitar teknigi ve Gibson ES335 (daha sonra Gibson firmasi bu gitari B.B. King adina “Lucille” ismiyle uretecekti.) model gitari ile, bu blues ustadi, bugun bile kulaklarimizin pasini almakta ilk gunku kadar basarili. Gecen onca yila ragmen...
1955 yili yeni bir ismin ortaya cikmasina sahit oluyordu: Chuck Berry. Maybelline isimli parcasiyla gorulmemis bir basari elde ediyor ve tam uc dalda Billboard odulunu almaya hak kazaniyordu. Ayni zamanda bu parcayla birlikte, tum Amerika yeni bir muzik turunun dogumuna sahit oluyordu. Izin verirseniz sizlere ailemizi tanitmak istiyorum. Anne Blues, baba Rhythm & Blues ve cocuklari: Rock’n Roll.
Rock’n Roll’un dogusu ile birlikte bu turun temsilcileri de ortaya cikmaya basladi. Fakat iclerinden bir tanesi vardi ki fizigi ve sesiyle sanki “Kral Benim.” Der gibiydi. Dogru bildiniz, Kral Elvis’ten bahsediyorum. 1956 yilina adini yazdiran parcasi Heartbreak Hotel ile muzik kariyerine baslayan Elvis, bir doneme damgasini vuracak ve halen mevcut genis bir hayran kitlesine ulasacakti.
II. Dunya Savasi sonrasi Ingiltere’den ayrilan Amerikan askerleri, beraberlerinde getirdikleri bircok blues albumunu burada birakmislardi. Geride kalan albumler Ingilizler tarafindan ilgi gormeye basladi. Genc Ingiliz gitaristler, 30’lu yillarin blues ustatlarindan etkileniyor, New Orleans jazz band kavramini kendi ulkelerinde de gelistirmeye calisiyorlardi. Bu genc muzisyenlerden Alexis Corner, Cyril Davis ve Brian Jones, bu amacla Blues Incorporated isimli bir grup kurdular. Kurulan bu grup, Ingiliz blues muziginin ilk orneklerini vermeye basliyordu. Brian Jones bir sure sonra gruptan ayrildi ve iki genc blues muzisyeni, Keith Richard ve Mick Jagger ile birlikte bir grup kurdu. Grup ismini Muddy Waters’in hit parcalarinin birinden aliyordu: The Rolling Stones. Rolling Stones, Muddy Waters’in “I just want to make love to you” ve Robert Johnson’in “Love in Vain” isimli parcalarini yeniden yorumlayarak buyuk bir basariya adim atiyordu. 1966 yilinda cikardiklari “Aftermath” albumleriyle artik kendi tarzlarini ortaya koyuyorlardi. Bu albumden cikan “Paint It Black” isimli parcalari da o yila damgasini vuruyordu.
Ayni donemdeki diger bir baba grup ise The Yardbirds’du. Bu grubun uyesi olan uc gitarist, Jeff Beck, Jimmy Page ve Eric Clapton, gelecekte rock tarihini yazacak kisilerdi. Bunlardan Clapton gruptan ayrilarak John Mayall and The Bluesbreakers’a katildi. Burada Ingiliz blues muziginin en basarili orneklerini verdi ve gitar teknigi ile on plana cikti. Bir sure sonra bu gruptan da ayrilan Clapton uc kisiden olusan Cream grubuna dahil olarak “Roll & Tumble, Outside Woman Blues” ve “Sitting On Top Of The World” gibi tarihi blues parcalarina imza atti.
Ve iste geldik tum zamanlarin en iyi gitaristi kabul edilen Jimi Hendrix’in ortaya ciktigi yila. Yil 1967 ve yer Monterey Pop Festivali, California. The Jimi Hendrix Experience sahne aliyor ve unutulmaz bir muzik ziyafeti cekiyordu tum seyredenlere. Bu konser, Hendrix icin hayatinda yeni bir baslangic ve kendini ispat etme sansiydi. O da bu sansi iyi kullaniyor, beyaz Fender Stratocaster gitariyla blues’un gucunu tum dunyaya haykiriyordu. O gune kadar rastlanmamis gitar teknigi, performansi ve kendini ispatlamanin gururu ile gosterisine son noktayi koyuyordu Jimi. Gitari tum izleyicilerin onunde alevler icinde kaliyor ve gitarini blues atesinin emrine sunuyordu. O tek aski gitarina kiyiyor fakat blues sevgisinin kolay kolay sonmeyecegini de ispat ediyordu.
Evet dostlarim, bu ates belki bir gun sonecek ama henuz degil. Cunku blues sevgisini, teknigini, ekolunu gelecek nesillere tasiyacak bircok genc blues’cu yetismekte. Kenny Wayne Shepherd ve Jonny Lang, su anda aklima gelen iki genc blues yetenegi.
Muzik tutkusu suphesiz ki Hendrix’in biraktigi noktada bitmedi. Onunla birlikte yeni bir tur olan rock muziginin kapilari da aralanmis oluyordu. Rock muziginin gelisimi ise baska bir yaziya yetecek kadar uzun. Bu yuzden daha sonraya sakliyorum.
Sizlerle yeni bir yazida daha bulusmayi umut ediyorum. Her turlu elestiri ve onerilerinizi lutfen bana gonderin. Hepinize major tonlu gunler diliyorum.
JAZZ was borning
Caz, 20. yüzyılda New Orleans / ABD'de doğmuş olan bir müzik türüdür. Afrikalı-Amerikalı müzik stilini Batı müziği teknikleri ve teorisiyle birleştirmiştir. Caz mavi nota, senkopasyon, swing, polyritim ve doğaçlamayı kullanır.
CAZ MUZİK Kansas City, New Orleans, Chicago, Dixieland, Harlem gibi merkezlerde bu yerlerin adlarıyla anılmıştır. 20.yy.ın ilkyarısında ragtime be-bop,swing, ikinci yarısında ise pop caz, caz rock gibi türleri olmuştur. Cazın en önemlidoğaçlama olarak seslendirilmesidir. Afrika’dan kölelik yolu ile gelen zencilerin yaşadıkları zulümleri, acıları, üzüntüleri anlatmaları ile 19.yy.da başlamıştır. Bir çok türü oluşmuş, dünyaya yayılmıştır. Doğaçlamaları kalıcı kılmak için son elli yılda seslendirmeler notaya alınmışlardır. Caz Kelime olarak New Orleans’da çok kullanılan Fransızca Jaser (bağırmak, ölmek, cıvıldamak, gay guy etmek, konuşur gibi sözler çıkarmak) fiilinden mi türediği; yoksa 1915’te Chicago’da müziği ile büyük ilgi uyandıran Jospo Brown’ın adından mı kaynaklandığı tartışmaları müzikologlar tarafından sürmektedir. Blues Zencilerin (köle) çalışırken söylediği ruhani ezgilerden kaynaklı Amerikan halk müziği. Şarkıcısının hem melodik, hem ritimle özelliği çok fazladır. Şarkı sözleri abartısız ve yalındır. Karşılıksız sevda, ekonomik sıkıntılar hüzünlü bir yorumla işlenir. Caz kimi kaynaklarda özel nefesli çalgıların caz müziği için karakteristik olduğu geçmektedir. Kimi fanatiklere göre ise New Orleans sitili caz türü kornet, trombon ve klarnetten oluşan üç seslilikle belirtmektedir. Daha sonra buna saksafon ailesi katılmıştır. Eğitilmemiş bir kulak için, cazla dans müziğinin günlük şarkılar arasındaki benzerliği o kadar büyüktür ki bu ikili sürekli karıştırılır. Zaten bu caz müziğin sürekli olarak kurban gittiği bir tersliktir. Popüler dev müziğin ticaretinin, uluslar arası çapta pazar çıkarları için, her şeyden olduğu gibi caz müziğinden de yararlanmaya kalktığı bilinmektedir. Cazla, pop müziğinin böylesine birbirine karıştırılması, ikinci tür müziği üreten sanayi açısından büyük bir çıkar anlamına gelmektedir. Zencilerin o eski, hüzünlü ve yüzyılların baskısını ve ezikliğini titreşimler halinde veren “blues”, gece kulüplerinin ve barların bunaltıcı dans müziği olmuştur. Caz müziğinde başından beri ritmik bir unsur olan”swing” müzik ticaretine alet edilmiştir. Dans içinde yalnız dinlemek için olan soyut ve karmaşık caz türü “be-bop”, bir çok ülkede dans okullarının uyguladığı akrobatik zıplamaların müziği haline gelmiştir. Buraya kadar caz müziği ne değilmiş bunu anlamaya çalıştık. Şimdi caz nedir? Sorusuna cevap bulalım. Caz müziği beyazların dünyasına girdiğinden beri, müzik bilimcilerinin ve caz eleştirmenlerinin kafasını hep kurcalamıştır. Aslında caz başlığı altında bu konuyu incelemek, cevap bulmak güçtür. Amerika’nın en tanınmış caz eleştirmenlerinden Marshall Stearns uzun çalışmalarından sonra şöyle bir sonuca varmıştır “Caz Avrupa Çalgılarını Kullanan ve Avrupa Armoniğinin ve Afrika ritminin unsurlarını birbirine bağlayan doğaçtan çalınan Amerikan müziğidir”. Bu terim bilimsel açıdan sağlam görülmektedir. Fakat içinde geçen bir sözden dolayı Avrupa caz uzmanlarını kızdırmıştır. özgürlüğü
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)